ÇIKMAZ SOKAKTA AŞK SÖNÜK YAŞANIR – 2
- Ahu Sıla Bayer

- 28 Şub
- 2 dakikada okunur

Café Winok / A Farewell to Brussels.
Previously on our Blog.// Blogumuzun bir önceki yazısında şöyle demiştik:
“Ne ilginçtir ki, buluşma yerleri genelde şehirlerin en can alıcı noktalarında bulunur. Dört bir yanından ayrı bir dünyaya açılan, hafta başı veya yılbaşı gibi, türlü olasılıklara yelken açan.”
Gerçekten de buluşma yeri olarak ister bir bina ister bir kafe/restoran seçilmiş olsun; genelde burası, tesadüf mü bilinmez, iki sokağın/caddenin kesişim noktasındadır.
Brüksel’de geçirdiğim son üç hafta boyunca bir köşe başı buluşma noktasını kendime mekân edindim. Café Winok adlı bu harika kafe-restoran, adını, işyeri sahibinin köpeğinin adından alıyordu. Sabahın 8 buçuğunda bile büyük ve uzun masalarca müşteri çekebilen bu köşe başı mekânın neden bu derece çekici bir yer olduğunu, sokakta bile in cin top oynarken neden içeride insan kalabalığından geçilmediğini, köpek Winok’u görünce anladım.
Simsiyah, cabbar mı cabbar, yeri gelince hırlayıp pisleşmekten çekinmeyen Winok, erişilmezliği ve sevilmek istemeyen umursamaz tavırlarıyla beni hemencecik kendine, dolayısıyla da mekâna, bağladı.
Üç hafta boyunca beni hiç takmamasının hırsını alabilmek için ayrılırken Winok’a, (Belçika’daki her şey gibi geri dönüştürülebilir çevre dostu bir peçetenin üzerine) aşağıdaki mektubu yazıp bıraktım.
“Hello Winok,
Kalbimi kırmana gerek yoktu. Ne zaman sana yanaşmaya çalışsam ısıracakmış gibi yan gözle bakıp başka masalara musallat oldun. Sen bilmedin ki benim ülkemde biz köpeklerle dostane takılırız. Ne anlarsın sen zaten, Batılı narsist köpek. Buraya bu kadar sık geldiysem tek sebebi kahvenin tazeliği, bir de Pastel de nata’nın lezzeti. Söyleyeceklerim bu kadar.”
Bir ihtimal cevap yazar diye peçetenin köşesine instagram hesabımı iliştirdim. Trip yaptıysam da bir ihtimal yazar diye. Umut işte.
Çok geçmeden Winok’tan bir yanıt aldım.
“Merhaba Türk kızı,
Hrrr. Hav.”
Soysuz.
Köpek Winok’u çekici kılan şey, kimseyi umursamayan, kendi kendine eğlenir tavırlarıydı.
Freud 1914’te yaptığı narsisizmle ilgili çalışmasında şöyle diyor: "Açıkça görülüyor ki bir kişinin narsisizmi (kendine karşı duyduğu aşkı), kendini sevmekten kısmen vazgeçmiş birine çok çekici gelir. Bir çocuğun sevimliliği, büyük ölçüde narsissizminde yatar; çocuk her koşulda kendinden memnundur ve erişilmezdir. Tıpkı bizimle hiç ilgilenmeyen ve yalnızca kendiyle meşgul olan bazı hayvanların - örneğin kedilerin ya da büyük vahşi hayvanların- bizlere albenili gelmeleri gibi”.
Köpek Winok kendiyle meşgul oldukça ve insanları umursamadıkça, kendinden hoşnut dünyasında “buralar benim” tavrıyla gezindikçe daha uzun yıllar boyu aşıkları, sevenleri ve dostları bünyesine çekecek gibi duruyor. Elbette bu düşüncemde, Avrupa’daki bir çok mekânın uzun soluklu olmasının da payı var.
Winok övgüsüyle kapattığımız bu yazı, genel olarak narsissizme bir övgü gibi algılanmasın, aman diyeyim. Winok’un en büyük özelliği, ger-çek-ten umursamıyor olması. -Mış gibi yapması, ya da sırf insanları ağına düşürmek için bunu yıllar içinde alışkanlık haline getirmiş olması değil.
Köpek cinsinden olmayan birinde hayvani bir çekicilik buluyorsak eğer, Freud’un teorisindeki şu ifadeyi yeniden hatırlamakta fayda var: “Kendimizdeki narsissizmden kısmen de olsa vazgeçmiş” olabilir miyiz acaba?
Kendini sevmekten bıktığında, kendi benliğini elinden tutup çıkmaz sokağa sürükler insan. Ve dedik ya: Çıkmaz sokakta aşk, ölgün ve sönük yaşanır.



Yorumlar